Zonguldak

Zonguldak


Zonguldak adının kaynağına ilişkin değişik söylentiler vardır. Bu söylentilerden birine göre; kent merkezinin Üzülmez Deresi’nin ağız kısmında yer alması ve derenin ilk çağda “Sandra” adıyla anılması, burada kurulan yerleşmenin de “Sandaraca” adını taşıması nedeniyle, zamanında bu adın Zonguldak’a dönüşmüştür. Diğer söylentiye göre de, yörenin sazlık ve bataklıklarla kaplı olması ve bunun yörede “Zongalık” olarak adlandırılmasına bağlı olarak, sözcüğün zamanla değişerek bugünkü halini aldığı şeklindedir. Bir diğer söylentiye göre ise kent adını, ocakları ilk eşleten Fransız ve Belçika şirketlerinin kentin hemen yanındaki Göldağı mevkiini nirengi noktası almaları sonucu, Göldağı kesimi ya da bölgesi anlamına gelen “Zone Ghuen Dagh”ın Türkçe okunuşundan almıştır. Zonguldak’ın ekonomisi madencilik, sanayii, tarım, hayvancılık ve balıkçılığa dayalıdır. Türkiye’deki taşkömürü 1848’den bu yana kullanılmaktadır. İldeki sanayi kuruluşlarının büyük çoğunluğu kömür ve kömür ürünlerine dayalıdır. Ereğli’deki Erdemir Demir-Çelik Tesisleri, Çimento Fabrikası, Çaycuma’daki Kağıt fabrikası, Hisarönü’ndeki Filyos Ateş Tuğlası Fabrikası ve Çatalağzı Termik Santrali başlıca sanayii kuruluşlarıdır.Bunun yanı sıra tuğla, kiremit, mermer, seramik, sunta ve kereste gibi inşaat malzemeleri üreten atölyeler ile Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun işlettiği ocaklar bulunmaktadır.İlde yetiştirilen tarımsal ürün olarak; arpa, buğday, mısır, patates olmak üzere sebze ve kivi, ceviz gibi çeşitli meyve yetiştirilmektedir. Son yıllarda sera sebzeciliği gelişme göstermiştir. Hayvancılıkta ise yüksek kesimlerde koyun, kıl keçisi ve Ankara keçisi yetiştirilir.
Tarih
Zonguldak yöresinin tarih öncesi çağları ile ilgili bilgiler tam bir kesinlik kazanamamıştır. MÖ.VI.yüzyılın başlarında Megaralı Kolonistler Karadeniz kıyılarında bir takım ticari kentler ve iskeleler kurmuşlardır. Bunların başında Herakleia Pontika (Krdz.Ereğlisi), Teion (Filyos-Hisarönü), Sesamos (Amasra) ve Kromnay gelmektedir. Bu yerleşim alanları ve iskeleler yüzyıllar boyunca önemini korumuştur.
Antik Çağlarda Bithynia ile Paplagonia’nın kesiştiği noktada bulunan Zonguldak yöresinde Frig (MÖ.1200/750-676), Kimmer, Pers (MÖ.555-333), Makedonya (MÖ.IV.yüzyıl), Bithynia ve Pontus Krallığı ( MÖ.IV.-I.Yüzyıl), Roma (MS.I.-IV.yüzyıl) ve Bizans (MS.IV.-XIII.yüzyıl) dönemlerinde yerleşimler olmuştur. Bu dönemlere ait kalıntılar günümüze kadar gelmiştir.
Zonguldak yöresi Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve kardeşi Mansur’un akınlarına uğramıştır. Emir Karatekin 1084’te Karadeniz Bölgesi’ndeki yerleşim alanları ile birlikte Zonguldak’ı da ele geçirmiştir. Ardından Bizanslılar yeniden yöreyi ele geçirmişlerdir. Anadolu Selçuklularının çöküşünden sonra Kastamonu ve Zonguldak yöresinde bir beylik kuran Hüsamettin Çoban Bey Zonguldak yöresini tamamen egemenliği altına almıştır. Bu arada Cenevizliler ve Bizanslılar sürekli buraya akınlar düzenlemişlerdir. Candaroğulları yöreyi ele geçirdilerse de o dönemdeki siyasi karışıklıktan ötürü Zonguldak’ı alamamıştır. Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı topraklarına katılmış, ancak Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Timur yöreye hakim olmuştur. Timur’un Anadolu’dan çekilmesinden sonra Çelebi Mehmet 1413’te Osmanlılarda bütünlüğü sağlamıştır. Yöre, Fatih Sultan Mehmet zamanında, 1460’ta kesin olarak Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. XVIII.yüzyılın ikinci yarısında Şile’den Cide’ye kadar olan Karadeniz kıyılarındaki bir çok iskele “hatab (odun) iskelesi” ismini taşıyordu. Bunlardan belli başlıları; Karasu, Ereğli, Filyos, Bartın, Amasra ve Cide’de bulunuyordu. Bugünkü Zonguldak’ın il merkezinin bulunduğu yer Ereğli’ye bağlı Tahta İskelesi’nin çevresinde İstanbul’a gönderilecek kereste depoları bulunuyordu.
XIX.yüzyılda Zonguldak’ta taşkömürü yataklarının bulunması ve üretime geçilmesi ile birlikte Zonguldak önem kazanmıştır. 1899’da kaza merkezi yapılmış, yabancı şirketlerin Kozlu’daki yönetim merkezleri 1909’da buraya taşınmıştır. Zonguldak’ın Belediyesi 1899’da kurulmuştur. Bu dönemde Kastamonu vilayetine bağlı, Kastamonu merkez sancağı ile Bolu sancağının sınırları içerisinde bulunuyordu. I.Dünya Savaşı sırasında Zonguldak Limanı Rus donanması tarafından bombalanmıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra (30 Ekim 1918) taşkömürü üretim bölgesini ele geçirmek amacıyla Fransızlar 8 Mart 1920’de Ereğli ile birlikte Zonguldak’ı da işgal etmişlerdir. Fransız birlikleri 21 Haziran 1920’de yöreden çekilmiştir. TBMM 1920’de Zonguldak’ı bağımsız Mutasarrıflık yapmış, sancakların kaldırılmasından sonra da, 1924’te il konumuna getirilmiştir

Coğrafya
İl topraklarının büyük bir bölümü ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlarda kayın, meşe, kestane, çınar, ıhlamur ve kızılağaç, gürgen, karaçam, sarıçam, kızılçam ağaçları bulunmaktadır. Akarsu kenarlarında da söğüt ve kavak ağaçları vardır. Bitki örtüsü bakımından çok zengin olan ilde, her çeşit bitkiye rastlanmaktadır.  Zonguldak’ta Karadeniz iklimi hüküm sürmekte olup, her mevsim yağış almaktadır. En fazla yağış sonbahar ve kış mevsimlerinde görülür. Denizden iç kesimlere doğru gidildikçe, iklim biraz daha sertleşir. Yıllık yağış ortalaması 1234.96 mm., en yağışlı aylar 148.65 mm., Aralık ve 141.72 mm. ile Ocak aylarıdır. Yağışlar kıyılardan iç kesimlere doğru gidildikçe hem azalmakta hem de yağmurdan kara dönüşme özelliği göstermektedir. 

Plajlar
80 km’lik kıyı şeridi boyunca çok sayıda doğal plaj ve kumsal bulunmaktadır. Doğu yönünden itibaren Sazköy, Filyos, Türkali, Göbü, Hisararkası, Uzunkum, Kapuz, Karakum, Değirmenağzı, Ilıksu, Kireçlik, Armutçuk, Karadeniz Ereğli, Mevreke, Alaplı ve Kocaman mevkiileri yaz boyunca yöre halkının akın ettiği kumsallardır

Mesire Yerleri
Merkezde Ulutan Baraj Gölü, Ereğli’de Kızılcapınar Baraj Gölü ve Gülüç Baraj Gölü, Çatalağzı beldesinde bulunan Dereköy Göleti ile Karapınar beldesinde bulunan Çobanoğlu Göleti (18 ha) içme suyu ya da sanayi amaçlı yapay göllerdir. Bu göllerin çevresi yöre halkınca günübirlik dinlenme alanları olarak kullanılmaktadır. Merkez Kokaksu mevkiinde bulunan Harmankaya, Kozlu beldesinde Değirmenağzı ve Ereğli’de Güneşli Şelaleleri ilin en önemli çağlayanları olup, trekking amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Devrek

Devrek Zonguldak iline bağlı bir ilçedir.
Eskiçağlardan itibaren köklü bir geçmişi olan Devrek, en erken Erken Kalkolitik Çağ’da (MÖ 5500) yerleşmeye sahne olmuş ve İlk Tunç Çağı’nın sonlarına kadar bu durum devam etmiştir. MÖ 2000 yılından itibaren Hellenistik Döneme kadar ‘Karanlık Çağ’ olarak adlandırdığımız bu yıllarda, bir yerleşmenin söz konusu olmadığı Devrek’in, Hellenistik Dönemden itibaren iskâna maruz kaldığı anlaşılmaktadır. 
Sultan Orhan’ın (d. 1281 - ö. 1360) Ereğli’yi fethettiği günlerde, Devrek’in varlığı hakkında bir bilgimiz yoktur. Fakat Ereğli ile birlikte Devrek’in yakın çevresinin de artık Türk yurdu olmaya başladığı bir gerçektir.
Devrek ve çevresi özellikle beşinci Osmanlı padişahı Sultan Çelebi Mehmet (d. 1387 – ö. 1421) döneminde kurulmaya başlayarak Fatih Sultan Mehmet’in (d. 1432 –ö. 1481) Amasra’yı fethetmesiyle kuruluşunu tamamladığı varsayılmaktadır. Zira Devrek’te, bugün Yeni Camii duvarına monte edilmiş olan bir kitabeden, H. 891 (M. 1486) tarihi okunabilmektedir. Bu dönemden itibaren Osmanlı devleti sınırları içerisinde yer alan devrek, uzun bir süre Kastamonu Sancağına Bağlı Hamidiye ismi ile anılmıştır. Sonraki dönemlerinde Bolu Sancağına bağlanmaıştır. 1917/1918 yılının sonlarında bu sancaktan ayrılarak, ayrı bir liva/sancak konumuna getirilen Zonguldak’a; Devrek, Ereğli ve Bartın kazaları bağlanmıştı. Bu yıllarda Devrek’te iki nahiye dâhilinde 128 köy, otuz iki erkek, sekiz kız mektebi, iki medrese, sekiz han ve bir hamam bulunuyordu. Devrek’te bütün zanaat ve sanat, Türkler tarafından idare edilmekte ve kazada terzi, kunduracı, demirci gibi zanatkarlar yanında şimşir, ceviz ağacından çeşitli ağaç ürünleri ve baston üreten sanatkârlar bulunmakta idi.

Devrek Bastonu

 

Tarihi Osmanlı dönemine kadar takip edilebilen Devrek Bastonları Bölgede yetişen Kızılcık ağacından yapılır. İnce ve bir okadarda sağlam olan bu bastonlar, üzerindeki oymaları, sapı ve taşıdı el emeği ile sanat eseri özelliği taşımaktadır.

Halil Paşa Konağı

Halil Paşa Konağı: Ereğli Müze Müdürlüğü'ne ev sahipliği yapan tarihi Halil Paşa Konağı, Zonguldak'ın önemli ve görülmeye değer tarihi yapılarından. 19. yy. sonlarına doğru yapılan bu tarihi bina günümüzde müze olarak ziyarete açık. Müzede Grek, Roma, Bizans, Abbasi, Emevi, Artuklu, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait arkeolojik buluntular sergileniyor.

Köprülü Camii

Köprülü Camii: Zonguldak'ın merkezinde, çarşıda yer alan Köprülü Camii, Osmanlı döneminden kalma tarihi yapılardan biri. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılan cami, şehrin görülmeye değer yapılarından.

Zonguldak Filyos  kalesi:

Filyos’ta bulunan ve Romalılar tarafından yapıldığı düşünülen kale, kentin denize hakim bir noktası olan bir burun üzerinde kurulmuştur. Güçlü ve heybetli bir görünüm kazandırmak düşüncesiyle yapımında iri taşlar kullanılmıştır. Kale uzunca bir süre harabe durumda kaldıktan sonra, 2003 yılında Kültür Bakanlığı tarafından onarım çalışması yapılmıştır. İlk yerleşim yeri, kentin kuzeyindeki kale tepesi üzerindedir. Bugün burada ortaçağ kalesine ait duvarlar ile Helenistik-Roma dönemlerine tarihlenen kule kalıntısı bulunmaktadır.

Kale tepesinin doğusunda mermer sütun ve kaidesi, mermer yazıtlı levha, taş lahitler ve tuğla mezarlar ortaya çıkarılmıştır.

Cehennemağzı Mağaraları

Cehennemağzı Mağaraları, İlimiz Kdz.Ereğli İlçesi, İnönü mahallesinde (eski adı Ayazma - kutsal su anlamındadır) bulunmaktadır. Bu bölge Antik dönemin Acheron Vadisi olarak bilinmektedir. Zonguldak il merkezine uzaklığı 50 km, E5 karayoluna ise 70 km’dir. Kdz.Ereğli kent içinden mağaralara ulaşımı sağlayan yol tümüyle asfalt kaplıdır.
Kdz.Ereğli Müzesi’ne bağlı örenyeri olarak faaliyet gösteren Cehennemağzı Mağaraları yanyana sıralanmış üç mağaradan oluşmaktadır.
Birinci mağara, iki bölüm halinde düzenlenmiştir. Birinci bölümde, zemin orijinal bitki ve geometrik motifli mozaik ile döşelidir. İkinci bölümün doğu duvarında küçük bir apsis açılmıştır ve önünde kademeli basamaklar bulunmaktadır. Çok eski bir Hıristiyan kilisesi olan bu mağara, Hıristiyanlığın yayıldığı ilk yıllarda gizli ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Orijinal halinde mağaraya, dışa doğru açılan iki sütunla önemine yakışır anıtsal bir şekil verilmiştir.
İkinci mağara, yol kenarındaki 10 – 12 m yükseklikteki yamaç üzerinde bulunmakta ve yöre halkınca Koca Yusuf mağarası olarak adlandırılmaktadır. Yamaç üzerinde yer alan dar bir girişten geçilerek 3 basamaklı dikey bir merdivenden inilen mağara, 1,5 km dağın içine doğru devam etmektedir. 1960’larda tavandan düşen bir kaya yolu kapattığından, ancak 350 m kadar derinliğe gidilebilmektedir. İnsan elinden çıktığı taşçı kalem izlerinden anlaşılan mağara, yaklaşık 400 m2’lik bir alanı kaplamakta ve iki fil ayağı ile desteklenmektedir.
Üçüncü mağara, yüzölçümü bakımından en geniş olanıdır. Zemini taban suyu ile kaplıdır. İnsan eli ile yapılan mağara birinci ve ikinci mağaralara su sarnıcı görevi görmüştür.
Mağaraların Mitolojik ve Dinsel Önemi :

1.İnsanın doğaya karşı yenilmez dayanma ve saldırma gücünü simgeleyen Herakles’e (Herkül) Kral Eurystheus tarafından verilen on iki görevden sonuncu ve en güç olanı, Cehennem Köpeği Kerberus’un, hiçbir ölümlünün bir daha geriye dönemediği Ölüler Ülkesi’nden (Hades) kaçırılmasıdır. Herakles, Altın Post’u aramak üzere yola çıkan Argo Gemicileri ile birlikte Kdz.Ereğli’ye gelir ve Hermes ile Athena’nın da yardımıyla Kerberus’u yeryüzüne çıkarır. Eurystheus’un Kerberus’u gördüğünde çok korkması üzerine, Herakles onu tekrar Ölüler Ülkesi’ne bırakır. Herakles’in Kerberus’u kaçırmak üzere Ölüler Ülkesi’ne indiği yer Cehennemağzı Mağaraları’dır.
2.İlkçağın en önemli iki kehanet merkezinden birinin bu mağaralar olduğu bilinmektedir. Diğeri ise Yunanistan’ın Delphoi kentindedir.
3.Bir başka söylenceye göre, şehir tekfurunun kızı hizmetkarı olan gence aşık olur; birlikte evden kaçarlar ve Cehennemağzı Mağaraları’ndaki kız-oğlan odasına saklanırlar. Cehennem zebanisi de dışarıdan gelecek tehlikelere karşı onları korur. Mağaraya giremeyen tekfur kızına ve genç hizmetkarına “taş olun” diye seslenir, kız ve oğlan taş kesilir.
4.Cehennemağzı Mağaraları’nın birincisi olan ve kilise mağarası olarak da bilinen mağara içindeki sütunlar, sütun başlıkları, mozaik döşeme ve kandil yuvaları, mağaranın paganizmin egemen, Hıristiyanlığın ise yasak olduğu dönemde, ilk Hıristiyanlarca gizli ibadet merkezi olarak kullanıldığını göstermektedir. Bu mağara içinde bulunan kalıntılar, erken-Hıristiyanlık döneminin izlerini taşıyan motiflerle süslüdür.

Anıt Mezar

 

Anıt Mezar
Kdz.Ereğli’de gösteriler yapan ve orada ölen eski Mısırlı pandomim sanatçısı Krispos’un anısına yapılmıştır. Kaidesi ile birlikte 2.10 m yükseklikte bulunan anıtın önünde 19 satırdan oluşan ve kazılarak yazılmış bir şiir bulunmaktadır. Anıt, yüksek bir kaide üzerinde oturtulmuş iki korint başlıklı sütun, sütunların arasında içinde başsız bir büstün bulunduğu oyuk ve üçgen çatı olarak tasarlanmış taç kısmından oluşmaktadır. Dönemin ünlü Pandomim sanatçısı Krispos adına yapılmış bu mezar anıtı üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır.

“Mezarlar insanların en son evleri ve en son duvarlarıdır. onlar bedenlere evlerden daha sadıktırlar. Onlardan kalan akıtılan gözyaşları ve ölülerin sonsuza dek kalacak fani olmayan miraslarıdır. Ölüm uykusundan sonra artık vücudun güzelliği geri alınamaz. Burası bir sukun şehridir. Çıplak olarak taşınıp içine gömülünen sağlam ebedi istirahatgah. Ebedi evdir.

Bu nasıl bir mezardır ve burada yatan kimdir?

Hayatta kazanılan zaferlerin nefrete layık abidesidir. Taş ve toprak olanın işaretleri. Ölülerin mezar taşları suskun harflerinizle öleni dile getiriniz. Vücudunuzu yitirip telef ettikten sonra hangi insan buraya ismini verdi?

Ölü insan Krispos. Fariz Ülkesinin (Mısır) ve başak taşıyan Nil Nehri’nin vatandaşı, bu anıtın altında yatmaktadır.

FİLYOS KALESİ

Filyos’ta bulunan ve Romalılar tarafından yapıldığı düşünülen kale, kentin denize hakim bir noktası olan bir burun üzerinde kurulmuştur. Güçlü ve heybetli bir görünüm kazandırmak düşüncesiyle yapımında iri taşlar kullanılmıştır. Kale uzunca bir süre harabe durumda kaldıktan sonra, 2003 yılında Kültür Bakanlığı tarafından onarım çalışması yapılmıştır. İlk yerleşim yeri, kentin kuzeyindeki kale tepesi üzerindedir. Bugün burada ortaçağ kalesine ait duvarlar ile Helenistik-Roma dönemlerine tarihlenen kule kalıntısı bulunmaktadır.

Kale tepesinin doğusunda mermer sütun ve kaidesi, mermer yazıtlı levha, taş lahitler ve tuğla mezarlar ortaya çıkarılmıştır.

Cumayanı ve Kızılelma Mağaraları:

CUMAYANI VE KIZILELMA MAĞARALARI
Çatalağzı’ndan 3 km uzaklıktaki Cumayanı mağarasının iki girişi bulunuyor. İçerdeki plajlar ve cadı kazanları görülmeye değer. Uzunluğu 6,5 km olan Kızılelma mağarası ise aktif bir mağara. 400 m uzunluğunda galerisi bir göle ulaşılıyor.